Alt evrende karanlığın hükümranlığında, mor alevlerden yükselen titreşimlerin ortasında yepyeni bir odak noktası belirmişti. Karanlığın bu en uzak sınırlarında sürekli devinen bir enerji vardı ve bu enerji, maddi dünyanın çoğu kuralını esnetiyor, bazılarını ise bütünüyle devre dışı bırakıyordu. İşte bu ortam, kendi gücünü yine kendi içindeki çelişkilerden alan bir oluşuma gebeydi: Göz alıcı alev hatlarıyla çizilen bir galaksi ve merkezinde parlayan, ıstırapla büyüyen bir şehrin temelleri atılıyordu. Bu devasa şehri inşa eden varlık, henüz kimselerin tanımadığı Kahernor idi. Onun benliği, karanlık çekirdeğin içindeki ateş girdaplarından ve bilinmezin sınırlarını zorlayan kozmik akıntılardan süzülerek şekillenmişti.
Kahernor, oluşumundan bu yana yıpratıcı denemelerden geçmiş, karanlığın değişken özünü ve alt evrenin uçsuz bucaksız enerjisini kontrol etmeyi kendi bedeninde öğrenmişti. Her nefes alışında etrafındaki alev dalgaları bir anlığına çöküyor, sonra tekrar alevlenerek çarpıcı bir güç gösterisine dönüşüyordu. Bu yenilenmenin ve dönüşümün bir neticesi olarak da, sonunda kendine ait bir merkez kurmaya karar verdi: Kendi yasalarını, kendi varlıklarını ve yaratımlarını doğurabileceği bir "mihenk taşı" olacak devasa bir yapı. Böylece, alevden ve parlak mor kabuklardan inşa ettiği şehrin temellerini atarak ona Kryndorim adını verdi.
Kryndorim, tekinsiz bir ihtişam barındıran sütunları ve ateş sarmallarıyla genişleyen alanlarıyla, görenleri (eğer görecek gözleri olsaydı) büyüleyecek bir merkezdi. Milyonlarca ışık yılı ötede titreşen yıldızların solgun ışıkları buradaki kara alevlerle birleşip, içeride durmaksızın çakan mor-eflatun yansımaları besliyordu. Yeri geldiğinde plazma fırtınaları patlıyor, duvarlarda alevli çatlaklar meydana geliyor ve bu çatlaklar hızla yeniden kapanıyordu. Karanlık ile ateşin dansı arasında şekillenen bu şehir, Kahernor'un hayal gücünün mutlak yansıması sayılabilirdi.
Fakat sadece bir şehir kurmak yetmezdi. Kahernor, kendi imzasını taşıyan yaratımlarla Kryndorim'i doldurmayı hedefledi. İlk başlarda daha küçük, basit ve kontrolü kolay varlıklar üretti. Bunlar çoğunlukla alev iblisleri veya gölgesel suretler şeklinde tezahür eden, ortamdaki ham enerjiden beslenen basit hayat formlarıydı. Arada sırada, enerjinin dengesiz akışı yüzünden kontrolden çıkan prototipler de oldu; ama Kahernor, bu başarısızlıkları katedral benzeri sarayının altında bulunan erimiş enerji havuzlarına geri atarak rahatça yok edebiliyordu. Bir anlamda, deneme-yanılmayla öğrenme süreci devam ediyordu.
Kryndorim hızla büyürken, Kahernor farklı yöntemlerle yaratım sürecini zenginleştirmeye başladı. Şehrin derinliklerinde, alt evrenin karanlık sınırlarından çekip getirdiği hammaddeleri depoluyor; alevden huni biçimli yapılarıyla gökyüzünden sürekli olarak mor plazma emiyordu. Zamanla bu plazma, şehrin içindeki özel haznelere dolup yarı-sıvı bir kütle oluşturuyordu. Bilinmeyen elementlerden ve karanlık enerjiden oluşan karışım, Kahernor'un kullanımına hazır bir "özü" temsil ediyordu. Bu özü işleyerek birbirinden farklı canlı biçimleri denedi. Kimi kez kanatlı ve vahşi, kimi kez devasa boyutlarda kuyruklu, kimi kez insansı ama ateşten kalpleri olan yaratıklar... Başarı ve felaketler iç içe geçtikçe, Kahernor da her adımda biraz daha ustalaştı.
Zaman ilerledikçe (alt evrende zamanın akışı bambaşka bir boyutta olsa da) Kahernor iç dünyasında bir tutku beslediğini fark etti: Kendi gücüne yakın, hatta onu aşmaya aday varlıklar şekillendirmek. Daha önceki deneylerinde ortaya çıkan canlılar ona hizmet ederken, gerçek anlamda onunla eşdeğer bir varlık doğmamıştı. Çünkü oluşturduğu formlar, çoğunlukla belli bir amaca yönelik tek boyutlu güç gösterileriydi. Oysa Kahernor'un içgüdüleri, daha komplike, duyumsayabilen, düşünebilen ve kendi zekâsını taşıyan iki canlı formu yaratma fikrine doğru yöneliyordu.
Bu noktada farklı bir metod denemeye karar verdi. Şimdiye dek kullandığı yöntem, alev ve karanlık özünü direkt olarak şekillendirmekten ibaretti. Ancak bu defa, alevi görünüşte hissettiren ama altında fiziksel bir kabuk ve deri dokusu barındıran bir bedene ihtiyaç vardı. Üretilen varlıklar, dışarıdan baktığında tıpkı parlak kırmızı-turuncu ateşten yaratılmış gibi görünecek, ama aslında içlerinde dolaşan enerjiyi deriyle muhafaza eden devasa birer canlı olacaktı. Böylece, yıkıcı ateşi kontrol etme ve zekâyı işleme konusunda yeni bir boyuta geçebilirdi.
Kahernor, yeni metodunu hayata geçirmek için Kryndorim'in merkezindeki "Karanlık Ateş Çarkı" diye adlandırdığı büyük dairesel avluyu kullanmaya başladı. Bu avlu, çevresini saran devasa sütunlardan gökyüzüne uzanan alevli zincirlerle korunuyordu. Merkeze çekilen karanlık plazma damarları, dev bir havuzu andıran yarığa akıyor, bu yarığın dibinde ise soğuk yıldız enkazlarıyla karanlık enerjiyi karıştıran bir döngü oluşuyordu. Kahernor, elindeki tüm kozmik elementleri, burada, mükemmel oranlarda yeniden karıştırmayı denedi. Amacı, ateşin görünümünü fiziksel bedene sabitleyecek bir "yaşam sıvısı" elde etmekti.
İlk denemeler çok sancılı oldu. Var olan karışımın istikrarı bozulduğunda, devasa alev patlamaları gerçekleşiyor ve Kryndorim'in bazı kısımları yerle bir oluyordu. Bu patlamalar çoğunlukla şehri ufak çaplı depremlerle sarssa da, Kahernor kendi alev kollarını kullanarak güçlükle de olsa durumu kontrol altına almayı başarıyordu. Tekrar denemeler, ayarlamalar, farklı elementlerin eklenmesi derken, sonunda arzu edilen kıvama ulaşıldı: Ateşle, karanlık özle ve maddi kabukla yoğrulmuş, canlıya hayat verebilecek bir sıvı.
Kahernor, deneme aşamasında daha küçük yaratıklar yerine, hedefini doğrudan "devasa" düzeyde tuttu. Onun aklında, hem eşsiz bir kudrete hem de derin bir zekâya sahip olmak üzere tasarlanmış iki ayaklı dev bir form vardı. Vücudunun dış kısmı alev dokusuna benziyor; altındaysa kalın, kırmızı-siyah damarlı bir deriyle kabuk karışımı tabaka göze çarpıyordu. Boyu onlarca metreyi bulacak, devasa kolları ve kaslı bacaklarıyla muazzam bir fiziksel güç gösterecekti. En önemlisi de, içinde alev kaynaklı enerjiyi gizleyebilmesi ve zekâ kapasitesini geliştirebilmesiydi.
Böylece Karanlık Ateş Çarkı'nın merkezindeki büyük döngüye, hazırladığı yaşam sıvısını yavaş yavaş dökmeye başladı. Sıvı çarkta dönerken yer yer patlamalar meydana geldi, ama bu kez her patlamada çarkın kenarlarına tutturulmuş mühürler devreye girip fazla enerjiyi çekiyordu. Dakikalar ya da belki asırlar süren bir etkileşimden sonra havuzun ortasında alevler aniden parladı ve yoğun bir kızıl ışık hüzmesi, avluyu doldurdu. Hüzme göz alıcıydı; mor ile kırmızı alevlerin kavuşmasından doğmuş bir enerji akımıydı. Bu sırada, havuzun içinden uzanan dev bir kol silueti belirdi. Kısa bir an sonra aynı kolun yanında bir diğerinin varlığı hissedildi. İki devin oluşum süreci başlamıştı.
Bu devler henüz isimlendirilmemişti; sadece Kahernor'un zihninde "İlk Alev Taşıyıcıları" olarak bir taslak düşünce vardı. Fakat beklenmedik bir şey oldu: İki dev de avluda şekillenirken, alevlerinin odak noktası kahramanımızın (ya da karanlık efendimizin) bizzat kendi bedenine kaymaya başladı. Kahernor durumu önce anlamadı, çünkü daha önce yaşadığı patlamalar sırasında kendisine çekilen enerji görmemişti. Bu sefer durum farklıydı: İki dev, sanki onun vücudundaki ateşi, bilgisini ve özünü paylaşmak ister gibi, Kahernor'a yönelmişlerdi.
Tam o anda, Kahernor bir seçim yapmak zorunda kaldı. Bu kadar güçlü iki varlık oluşturduktan sonra onları bastırmaya mı çalışacaktı, yoksa durumu akışına bırakıp yaratım sürecinin onu nereye götüreceğini mi görecekti? İçgüdüsü, kendisine en yakışan eylemin "mutlak kontrol" olduğunu fısıldasa da, diğer yandan merakı ve hırsı, "Bir adım öteye geçmek, belki de kendimi onlara katmak!" diye haykırıyordu. Sonuçta, Kahernor bir anlık tereddütten sonra dizlerinin üzerine çöktü, kollarını iki yana doğru açtı ve iki devi besleyecek gücün kendisinden çıkmasına izin verdi.
Devlerin bedenleri kısa sürede kararlı bir forma dönüştü. Onların alev pelerinleri, altında yatan kaslı kabuk ve iri pençe benzeri ellerle birleşerek korkunç bir ihtişam sergiliyordu. Fakat büyü henüz tamamlanmamıştı. Bir tür dönüşümle, Kahernor'un bedeninden çıkan karanlık öz ve alev akımı, iki devin gövdesinde birleşti. Sonunda onlar, Kahernor'un varlığını, sahip olduğu tüm bilgi ve anıları bir pınardan su içer gibi özümsemeye başladılar. Kahernor'un güçlü iradesi, zihinsel ve ruhsal varlığı, neredeyse bir yakıt misali bu iki devin içindeki enerjiyle kaynaştı.
Kısa süre sonra alevlerin sönümlendiği görüldü ve Kahernor'un dev gövdesi, sanki eriyip tükeniyormuş gibi, tozlu bir ateş izine dönüştü. Bu tükeniş anında, avlu derin bir sessizliğe gömüldü. Tam ortada ise iki dev duruyordu. Biri kükreyen bir sessizlikle etrafa korku salacak kadar ağırbaşlıydı, diğeri ise bedeninden hâlâ ince alev taneleri savurarak çevreyi kendine çekiyordu. İç seslerinde Kahernor'un tüm bilgeliğini, hedeflerini, hırslarını, hatta benliğinin yankılarını duyuyor, hissediyorlardı.
Bu iki varlık, zamanla isimlerini de keşfetti: İçgüdüsel olarak, biri kendisine Runahar, diğeri ise Runashar demeye başladı. Runahar erkek olanıydı; daha güçlü kas yapısı ve daha gür, patlamaya hazır bir alev yoğunluğu taşıyordu. Runashar ise dişi olanıydı; vücudunda yanan alevler, mor parıltılarla yoğruluyor ve ona büyülü bir aura kazandırıyordu. Üstelik Runashar'ın bakışlarında, karanlıkla ateşi birleştirebilen derin bir bilgelik beliriyordu.
Kryndorim, bir süreliğine dilsiz kaldı. Şehrin sütunları, avluya açılan büyük kapıları ve karanlık gökyüzüne uzanan kuleleri, adeta yeni efendilerini tanımaya çalışıyormuş gibi sessizliğe gömüldü. Runahar ve Runashar, Kahernor'dan miras kalan düşünceleri düzenlemekle meşguldü. Onun tüm deneyimleri, planları ve yaratım yöntemleri şimdi bu iki devin zihninde çakışıyordu.
Kendilerine geldiklerinde ilk fark ettikleri şey, etraflarındaki yapıyı ve kaynakları kontrol edebileceklerine dair duydukları kesin inanç oldu. Kahernor'un benzersiz bir ustalıkla inşa ettiği ve geliştirdiği mekanizmalar, kulelerdeki büyüsel mühürler, alt evrenden çekilen plazma akımları… Tümü sanki onların komutunu bekliyordu. Eş güdümle çalışıp devasa bir potansiyele erişebilecek, Kryndorim'i en az Kahernor kadar güçlü bir şekilde yönetebileceklerdi.
Runahar ve Runashar, başlangıçta şehrin çeşitli bölgelerine yayılmış eski yaratımları gözlemleyerek işe koyuldular. Kimisi basit zihinli alev iblisleri, kimisi gölge suretler, kimisi ise yarı-yaşam formuna sahip deney prototipleriydi. Bu topluluk, bir süredir Kahernor'dan emir gelmeyince kendi haline kalmış, kimisi birbirine savaş açmış, kimisi sessizce güç biriktirerek bekleyişe geçmişti. Artık, Kahernor'un bilgeliğini özümsemiş iki dev, şehri yeniden şekillendirmek, kendilerine hizmet edecek bir düzen kurmak ve yaratımları daha büyük projelere hazırlamak istiyordu.
İlk işleri, Kryndorim'in güvenlik yapısını yenilemek oldu. Koşarak şehrin çevresini dolaştılar; mor alev sarmallarının beslendiği kaynakları güçlendirdiler, gökyüzüne uzanan zincirlerdeki enerjiyi yeniden ayarladılar ve en önemlisi, sarayın temellerindeki karanlık öz deposunu genişlettiler. Bu depo, onların gelecek planlarının can damarıydı. İkili, Kahernor'dan aldıkları bilgiler doğrultusunda, sadece alev ve karanlıkla yetinmeyip, farklı boyutlardan gelecek özleri de emebilecek bir düzenek kurmaya girişti. Böylece, alt evren dışındaki diyarların enerjisini de Kryndorim'e çekerek güç depolayabileceklerdi.
Runahar, fiziksel gücünü ve patlayıcı alev enerjisini kullanarak şehrin dış çeperinde yeni savunma kuleleri inşa etti. Bu kuleler, aslında boyutlar arası bir tür bariyer görevi üstleniyordu; istenmeyen ziyaretçileri geri püskürtmekle kalmayacak, aynı zamanda dış evrenlerden gelen enerjileri de süzgeçten geçirecekti. Runashar ise kendi aurasının büyülü tarafını kullandı, çeşitli tılsımlar ve sembollerle kulelerin içini donattı. Kahernor'un deneylerini inceleyip, eksik gördüğü noktaları geliştirdi; büyünün ve karanlık enerjinin daha ince mühendisliğine dair yenilikler kattı.
İkili, bu aşamada sadece savunma değil, aynı zamanda tüketme ve silah teknolojileri üzerinde de çalışmalar yaptı. Kahernor'un arşivine göz atarak, onun yarım bıraktığı projeleri keşfettiler. Bazı planlarda, farklı boyutlardan çekilecek maddelerin eritilip içlerine alev tohumu yerleştirilmesiyle oluşacak son derece yıkıcı silahlar öngörülüyordu. Kimi planlarda ise, enerjiyi saf karanlık formatında yoğunlaştıran ve patlaması halinde evrenin dokusunda kalıcı yarıklar açabilecek kadar güçlü "tohumlar" tarif ediliyordu. Runashar, bu tehlikeli planların yanı sıra, şehrin büyüme ve canlılığını sürdürecek enerji kaynaklarına da odaklandı. Çünkü sadece yıkım değil, aynı zamanda kontrol edilmesi gereken bir sistem kurmak gerekiyordu.
Zamanla, Runahar ve Runashar, kendilerini yönetici konumunda iyice kabul ettirdiler. Etraftaki alev iblisleri onların varlığına boyun eğer oldu; daha zeki olan gölgesel varlıklar, belki ilk başta gizliden gizliye direnmeye çalıştıysa da, ikilinin Kahernor'dan devraldıkları dehşet verici güçleri görünce sadakat yemini etmek zorunda kaldılar. Bu düzende herkesin bir görevi vardı: Kimisi kaynak toplamak için farklı yıldızların küllerini getirdi, kimisi karanlık enerji akımlarını şehre yönlendirmekle görevlendirildi, kimisi de silah imalatında kullanılan alev ocaklarını beslemeye başladı.