Doğumu tamamlayan aşama, kristal tüpün çatırdamasıyla başladı. Tüpün yüzeyindeki büyüsel semboller hızla sönüyor, plazma sıvısı etrafa dökülüyordu. Cahelon, iri bir pençe hamlesiyle tüpü yarıp dışarı adım attı. Salonun ortasında, dizlerinin üstüne çöker gibi bir hareketle durdu. Boynundan aşağı doğru sarkan alev damarları, karanlık atmosferde usulca dalgalanıyordu. Kısa bir sessizlik yaşandı: Bütün canlılar, özellikle de Runashar ve Runahar, bu yeni varlığın ilk sözlerini, ilk hareketlerini merakla bekliyordu.
Cahelon çevresine baktı, bakışlarında soğukkanlı bir bilgelik vardı. Runashar'ın içgüdüsel olarak algıladığı duygu, büyük bir açlık değildi; daha çok varlığa hükmetme ve bilginin kaynağına inme arzusu gibi bir şeye benziyordu. Runahar ise onun bedeninden yayılan ham kuvvet dalgasını açıkça hissediyordu; sanki kendisiyle eşit hatta belki daha üstün bir yıkıcı potansiyel taşıyordu. Cahelon'un nefes alışları bile havayı titretiyor, karanlık enerjiyi usul usul emiyor, sonra damıtıp geri veriyordu.
Bu sessiz diyaloğun ardından, Runashar ve Runahar aynı anda bir adım öne çıktılar. İkisi de kollardan alev sızdıran hareketlerle Cahelon'u selamladılar. Bu, alt evrenin kadim selamlaşma biçimlerinden biriydi. Yeni doğan varlığın da bu selamı anlayıp karşılık vermesi, salonu dolduran iblislere ve gölge yaratıklara, Cahelon'un üstün bir lider figürü olabileceğini sezdirdi. Sonraki günlerde, Kryndorim'de yepyeni bir düzenin ayak sesleri duyuldu. Cahelon hızla öğreniyor, Runashar ve Runahar'ın tüm öğrendiklerini hatta Kahernor'dan kalan gizemli bilgileri dahi özümsemeye koyuluyordu.
Böylece şehir, "Üçler" diye anılabilecek bir liderlik hiyerarşisiyle karşı karşıya kaldı. Runashar, ince zihin ve büyü ustalığını; Runahar, ham kuvvet ve savaş yönetimini temsil ederken; Cahelon, her ikisinden gelen mirası kendi bünyesinde sentezleyen bir varlık haline geldi. Gün geçtikçe, alt evrenin ücra köşelerinden bile güç yayan kristaller ve plazma kaynakları toplanarak Kryndorim'e getiriliyor, Cahelon'un da dahil olduğu büyük laboratuvarlarda tasnif edilip silahlara ve savunma sistemlerine dönüştürülüyordu. Bir yandan silahlar geliştikçe, diğer yandan şehrin merkezi katmanlarında, daha önce hiç görülmemiş türden varlıklar yaratılıyordu. Alev kabuklu dev örümcekler, boyutsal atılımlarla donatılan kanatlı şeytanî suretler ve hatta gölgeyle alevi aynı bedende yoğurabilen hibrit topluluklar…
Bu yoğun çalışma ve büyüme aşaması, Runashar ve Runahar'ı yormak yerine onları daha canlı hale getirdi. Çünkü Cahelon, kendi doğumuyla birlikte, ikilinin arasındaki enerji akışını stabilize etmişti. Artık birbirlerine ihtiyaç duyan bir yakınlaşma içerisindeydiler ama zayıflık değil güç kaynağı oluyorlardı. Cahelon ise henüz genç görünmesine karşın—alt evren standartlarına göre genç—bilgiye doymayan bir zihne sahipti. Kahernor'un eskil el yazmaları, büyü parşömenleri, gök cisimleriyle ilgili notlar, hatta üst evrenle ilgili ipuçları… Hepsi üzerinde incelemeler yapıyor, zaman zaman kimsenin bilmediği dilde mırıldanarak farklı büyü kalıpları oluşturuyordu.
Zihinler birleştikçe, Kryndorim'in son büyük hedefine giden yol da daha net hale geldi: Üst evren. Kahernor'un hedefi olan bu gizemli diyar, karanlıkla alevin kısıtlı kaldığı bir çerçevenin çok ötesinde, gerçekliğin belki de en uç noktasını temsil ediyordu. Orada kuralları aşabilecek bir güç saklıydı. Kahernor'un inancına göre, üst evreni fethedecek irade ve kudret oluştuğunda, varoluşun tüm alt katmanları da zincirleme bir hâkimiyet altına girecekti. İşte bu noktada Üçler, yani Runashar, Runahar ve Cahelon, bir an bile tereddüt etmeden bu nihai amacın peşine düşmeye karar verdiler. Aralarındaki bağ, alt evrenin titreşimleriyle beslendiği sürece onları kimsenin durduramayacağına inandılar.
Salonlarda hummalı çalışmalar başladı. Cahelon'un tasarladığı dev boyut parçacığı toplayıcıları, Runashar'ın büyüyle desteklediği karanlık tuzaklar ve Runahar'ın savaş mekânizmalarını yönlendirdiği ateş zırhları, Kryndorim'e eksiksiz bir donanım kazandırıyordu. Yüzer kaleler inşa edilerek galaksinin ötesine sefer yapılması planlandı, aynı zamanda alt evrenden ayrı başka bir boyuta geçit açmaya yarayacak koridorlar geliştirildi. Buradaki en çetin mesele, üst evrenin kapılarını aralayacak kadar güçlü bir "boyut kırıcı" inşa etmekti; bu ise, sadece alevin ve karanlığın değil, bambaşka özlerin de harmanlanmasını gerektiriyordu. Zaten Cahelon, tam da bu aşamada dehasını ortaya koydu. Bir yandan şehirdeki çarklar, laboratuvarlar ve silah atölyeleri harıl harıl işlemeye devam etti; diğer yandan uzak diyarları keşfe giden gölge haberciler, farklı enerji kaynakları toplayarak Kryndorim'e taşımaya başladılar.
Tüm bu hazırlıklar, şehrin her köşesinde aynı heyecan ve ihtişamı barındırıyordu. Kulaklarda uğuldayan yıkıcı ses dalgaları, demir kaplamalı duvarları yer yer sarssa da, Üçler'in varlığı her tehlikeli parlamayı kontrol altında tutuyordu. En ufak bir isyan emareleri göze çarptığında, Runashar'ın keskin zekâsı o cepleri usulca yok edebiliyor, Runahar'ın korkutucu gücü de saldırganları geri püskürtebiliyordu. Bu düzende Cahelon, içsel arayışını sürdürürken aynı zamanda yeni stratejiler geliştiriyor; üst evrende tam olarak neyle karşılaşacaklarına dair olasılıkları, Kahernor'un geride bıraktığı uçuk notlar üzerinden hesaplamaya çalışıyordu.
Sonuçta, alt evrende gelişip serpilerek karanlıkla alevin sınırlarını zorlayan Kryndorim, yepyeni bir döneme girmiş oldu. Runashar ve Runahar'ın derin birleşmesinden doğan Cahelon, henüz gençliğinin ilk adımlarında bile korkutucu derecede güçlü ve zeki bir varlığa dönüşmüştü. Şehir, tarihindeki en büyük silah ve büyü repertuarına sahipti. Alt evrenin karanlık özleri, plazma nehirleri ve yıldız tozu enkazları bir araya getirilerek durmaksızın zenginleştiriliyordu. Boyutsal bariyerler artık sıradan birer engel olmaktan çıkmış, sadece aşılması gereken teknik bir problem olarak görülmeye başlanmıştı.
Ve nihayetinde Üçler, yaratıcıları Kahernor'dan miras aldığı o en önemli öğretiyi içselleştirdi: "Üst evreni fethetmek, tüm varoluşun kodlarına hükmetmek demektir." Kryndorim'deki bütün çarklar, boyut kapıları ve karanlık geçitler artık bu büyük hedefe yönelmişti. Runashar, Runahar ve Cahelon, kapkara gökyüzüne bakıp ufka yayılmış mor alev halkalarına doğru birer güç gösterisi yaparak, gözlerinde aynı kararlı ışıltıyla söz verdiler: Hiçbir güç, alev ve karanlıkla yükselen iradelerini durduramayacak. Alt evrende başlattıkları hâkimiyeti, yaratıcılarının vadi olan Üst Evren'e kadar taşıyacak ve orada kendi hükümranlıklarını kuracaklardı. Yırtıcı ateş ve uçsuz bucaksız karanlığın iç içe geçtiği bu yeni düzenin ufkundan, fethe açılan o sonsuz yol artık tüm ihtişamıyla görünüyordu.
Alt evrenin karanlıkla alevi harmanlayan hükümranlarından Runashar, Runahar ve onların birleşmesinden doğan Cahelon, yaratıcıları Kahernor'dan miras kalan tüm bilgi ve hırsla Kryndorim'i yıkılmaz bir kale hâline getirmişti. Şehrin meydanlarını dolduran alev iblisleri, gölge yaratıkları ve kozmik güçlerle harmanlanmış hibrit varlıklar, bıkmak bilmeden silah üretimi, büyü araştırmaları ve boyut kapıları üzerine çalışıyorlardı. Nihayetinde tüm bu hummalı faaliyetin asıl amacı, üst evrenlere ulaşmak ve orada hüküm sürmekti. Ancak Üçler, yani Runashar, Runahar ve Cahelon, bu kez doğrudan yıkıcı bir savaşla giriş yapmak yerine ön keşifler yapmak ve üst evrenin doğasını anlamak konusunda hemfikirdi. Böylece Kryndorim'de, henüz ilk kez "casus" olarak nitelendirilebilecek sessiz, gölgeli yaratıkların eğitimi ve görevlendirilmesi süreci başladı. Bu varlıklar, alt evren ile üst evren arasındaki sınırı aşarak karşı taraftaki yaşam örneklerini, yeni enerjileri ve bilinmeyen elementleri araştıracaklardı.
Kryndorim'deki büyük avluların birinde, özellikle Runashar'ın özenle tasarladığı boyutsal geçit sistemi bulunuyordu. Bu geçidin etrafında, mor alev sütunlarını andıran altı farklı kule sıralanmıştı. Kulelerin en tepesinde, madalyon biçimli semboller parlıyor, kozmik büyü akımlarını toplayarak geçidi stabilize edecek bir tür "mihver" görevi görüyordu. Üçler, zaman içinde yaptıkları araştırmalar sayesinde, üst evrenle alt evrenin tıpkı bir spiral gibi iç içe geçtiğini öğrenmişti. Aradaki sınır, uzaktan bakıldığında geçilmesi imkânsız görünen devasa bir bariyer ya da boyutsal duvar gibi tasvir edilebilirdi. Fakat gerçekte, bu sınırın belirli noktalarında geçirgenlik pencereleri mevcuttu ve doğru zamanlama ile doğru enerjileri kullanmak koşuluyla oradan sızmak mümkündü.
Bu bilgiler ışığında, casus olarak seçilen yaratıklar özel bir eğitimden geçti. Kimileri, gölge ve alevin en ince noktalarını kullanarak tamamen silik bir formda hareket etmeyi öğrendi; kimileri, alt evrende kısıtlı kalmış ama üst evrende daha çok açığa çıkabilecek algılama ve telepati güçlerini geliştirdi. Cahelon, casusların zihnine bizzat dokunarak onlara bir dizi talimat verdi: Eğer üst evrende beklenmedik bir dirençle karşılaşırlarsa, mümkün olduğunca çatışmadan kaçınacaklar, geri çekilip Kryndorim'e bilgi taşıyacaklardı. Dolayısıyla, bu operasyonun temel amacı büyük bir savaş başlatmak değil, orayı incelemekti. Keşfedilmemiş topraklar, yıldızlar ve canlılar hakkında bilgi edinmek, böylece nihai istilanın hazırlıklarını daha sağlıklı yapmak…
Casusların ilk grubu, boyutsal geçidin etrafındaki sütunlara sıralandı. Geçit aktif hâle getirildiğinde, sütunlardan yükselen mor alevler kısa bir süre sonra karanlık bir ışık hüzmesine dönüştü. Bunun üstünde, sanki sıvı benzeri bir zar varmış gibi dalgalanan yuvarlak bir boşluk açıldı. Bu, Üçler'in uzun süredir inşa ettiği geçit mekanizmasının ilk başarılı örneğiydi. Kısa süre içinde siluetler birer birer bu karanlık halkaya atladılar ve titreşen bir kesitin içinde kayboldular. Runashar ve Runahar, kenarda durup olanları izlerken, Cahelon büyüsel bir panele dokunarak geçidin kararlılığını sürdürdü. Saniyeler sonra, boyutsal geçit kapandı ve Kryndorim'deki bekleyiş dönemi başladı.
Casusların yukarıdaki evrende tam olarak nelerle karşılaşacakları belirsizdi. Üçler, Kahernor'un notlarında üst evrenle ilgili yalnızca küçük ipuçlarına rastlamıştı. Orada, sıradan evrenlerden çok daha büyük boyutlarda yıldız sistemleri, egzotik enerji türleri ve çeşitli yaşam formları bulunduğu yazılıydı. Zaman ve mekânın alt evrendekine oranla daha "geniş" anlamlar taşıdığı, hatta çok katmanlı gerçeklik alanlarının var olduğu da iddia ediliyordu. Bu keşiflerin ne kadar süreceği, hangi tehlikeleri beraberinde getireceği muamma olsa da, Kryndorim'in yükselişi için olmazsa olmaz bir aşamaydı.
Boyutsal geçidi aşan casuslar, ilk başlarda karanlık ve soğuk bir boşluk hissettiler. Fakat sadece birkaç nefes sonra, boşluğun derinliklerinde devasa bir ışıltı belirdi. Önlerinde yayılan manzara, anlatılması güç bir sahneydi: Milyarlarca yıldızın yanıp söndüğü, bazı bölgelerde yeni yıldızların doğduğu, bazılarının söndüğü, egzotik bulutsuların renk cümbüşü oluşturduğu uçsuz bucaksız bir kozmik tablo… Üstelik bu yıldızların bazılarının çevresinde trilyonlarca canlı formuna ev sahipliği yapan sayısız gezegen bulunuyordu. Casusların önceliği, kalabalık galaksi kümelerinde veya galaktik omurganın "koridor" benzeri bölgelerinde barınan gelişmiş uygarlıkları keşfetmek, burada hüküm süren enerjinin niteliğini anlamaktı.
İlk temaslar şaşırtıcı şekilde kolay geçti. Çünkü üst evrenin sakinleri, alt evrenden gizlice sızan bu casusları fark edemeyecek kadar yoğun bir devinim içindeydi. Kimi galaksilerde, organik yaşamın yükseldiği, şehirler kuran ve hatta galaksiler arası seyahati öğrenmiş zeki ırklar bulunuyordu. Kimi yerlerdeyse, daha kaotik, dev yıldız patlamalarının yaşandığı ve henüz herhangi bir uygarlığa ev sahipliği yapmayan çorak bölgeler göze çarpıyordu. Casuslar kendilerini gizleme konusunda ustalardı; gölgelerin arasında hareket ediyor, alev benzeri izlerini saklayabilmek için alt evrenin karanlık maskelerini kullanıyorlardı. Zaten üst evrende "alt evren" kavramına dair yaygın bir bilgi olmadığı anlaşılıyordu. Bu da casusların işini bir ölçüde kolaylaştırdı.
Haftalar, belki de alt evrenin ölçüsüne göre aylar süren bu keşif turları, casusların Kryndorim'e gönderdikleri küçük işaretler ve enerji paketleriyle raporlanıyordu. Bu raporlarda en çarpıcı bulguların başında yeni elementler geliyordu. Üst evrende, alt evrende pek bulunmayan veya sınırlı miktarda bulunan, egzotik özelliklere sahip maddeler keşfedilmişti. Mesela "Lorexium" adı verilen bir metal, boyutsal titreşimleri mükemmel şekilde aktarabiliyor, onunla kaplanmış herhangi bir nesne, evrenler arasındaki ince bariyerleri daha kolay yırtabiliyordu. Bu keşif, Kryndorim'de büyük yankı uyandırdı; zira tam da Runashar ve Cahelon'un aradığı türden bir malzemeydi. Boyut kapılarını daha istikrarlı, hatta daha geniş açmak bu sayede mümkün olabilirdi.
Bir başka kritik element ise "Estheron" adı verilen kristalimsi bir bileşikti. Bu madde, bulunduğu ortamdaki bilinç formlarını "yansıtma" kabiliyetine sahipti. Yani etrafında yeterince organik zihin veya ruhsal enerji varsa, kristal her birinin varlığını emiyor ve sonrasında taklit edebiliyordu. Bir bakıma Estheron, organik beyinlerin duygu, düşünce ve korkularını kaydedip tekrar canlandırabilen bir rezervuar işlevi görüyordu. Bu potansiyel, Üçler'in aklına yeni silah fikirleri getirdi: Düşmanın korkularını onlara karşı çevirebilecek, hatta zihinlerini manipüle ederek kendilerini müttefik sanmalarını sağlayabilecek bir silah…
Kısa süre içinde, Kryndorim'de bu iki element başta olmak üzere pek çok farklı kaynak üzerinde deneyler yapılmaya başlandı. Özel laboratuvarlarda alev iblisleri ve gölge mühendisleri, Lorexium ile Estheron'u birbirine karıştırarak ya da farklı bileşiklerde eriterek tuhaf sonuçlar elde ediyordu. En sonunda, Runashar'ın telkinleri ve Cahelon'un derin bilgisi doğrultusunda, "görünmez ama sinsice yayılmayı seven" bir virüs benzeri silah tasarımına girişildi. Bu silahın kod adı "Kara Nüve" (veya alt evren dilinde "Nûwarth") olarak belirlendi.
Kara Nüve, teknik olarak klasik bir virüsten çok, yarı-enerjik bir parazit formuydu. Bir damla kadar küçük bir Estheron çözeltisinin içine, Lorexium parçacıkları serpiştiriliyor ve karanlık büyü mühürleriyle bağlanıyordu. Sonuçta ortaya, fiziksel olarak neredeyse fark edilemez bir "tohum" çıkıyordu. Bu tohum, bir ortama salındığında havayla taşınmıyor; onun yerine zihin dalgalarını izleyerek yayılan bir frekans yayılımı kullanıyordu. Yani bir yaşam formunun düşünce akımlarına tutunarak, neredeyse telepatik bir yolla organizmadan organizmaya yayılabiliyordu. Bu süreçte, parazit beslendiği varlıkların korkularını, arzularını ya da zayıf noktalarını öğreniyor, sonra da tıpkı bir yansıma gibi onları gerçek kılıyordu. Bu durumda etkilenen canlı, sanki kendi zihninin ürettiği bir kabusa kapılıyor, ama gerçekte Kara Nüve'nin tetiklediği halüsinasyonlar ve duygusal çöküntüler yaşıyordu.
Runashar, bu silahın akılcı kullanımını öngördü. Çünkü eğer ölçüsüzce salınırsa, çok kısa sürede tüm evreni kaosa sürükleyebilir, hatta alt evrene geri dönüp Kryndorim'in de kontrolünü tehdit edebilirdi. Bu nedenle, Kara Nüve sadece küçük ölçülerde paketleniyor, özel aletlerle mühürleniyor ve casuslar aracılığıyla üst evrenin stratejik noktalarına taşınmayı bekliyordu. Şimdilik plan, büyük bir istiladan önce, özellikle güçlü galaktik uygarlıkları içten çökertmek için bu virüs benzeri silahı dağıtmaktı. Onlar, hiç fark etmeden kâbuslarla boğuşacak, kendi zihin savaşlarına yenik düşecek, en nihayetinde kaos içinde zayıflayacaklardı.
Casuslar, ilk denemelerini yapmak için yeniden boyutsal geçitlerden geçtiler. Yanlarında, alt evrenin karanlık kokusunu taşıyan küçük flakonlar vardı; bu flakonlar, Kara Nüve'nin tohumlarını barındırıyordu. Öncelikle, üst evrendeki kalabalık gezegenlerden birine, oranın büyük metropollerinden birinin yakınlarına sızarak küçük dozlarda virüsü salmayı denediler. Böylece, varlığından haberi olmayan yerel halk, günlük yaşamını sürdürürken yavaş yavaş bu karanlık etkiye kapılmaya başladı. Başlangıçta sıradan kâbuslar, ufak paranoya atakları ya da ani öfke patlamaları şeklinde tezahür eden semptomlar, zamanla bireysel krizin ötesine geçerek toplu huzursuzluğa dönüştü.
Üstelik, Kara Nüve kendi iç bilgisini de geliştirebiliyordu. Bir canlıdan diğerine geçerken, her zihinle ilgili yeni veriler topluyor, sonraki taşıyıcıya daha karmaşık halüsinasyonlar sunuyordu. Bu, adeta bir "öğrenen virüs" yaklaşımıydı. Casuslar, üst evrenin farklı noktalarına yayılarak bu testleri sürdürdüler. Bazı bölgelerde, gezegenlerin güvenlik güçleri tuhaf vakaların arttığına dair raporlar almaya başladı. Fakat kimse, boyutsal bir saldırı veya karanlık kökenli bir virüsten şüphe etmiyordu. Çünkü üst evrende, böylesi bir manipülasyonun mümkün olabileceğini kimse aklına getirmiyordu. Yine de büyük bir gücün işaretleri hissedilmeye başlamıştı.
Kryndorim'de, Cahelon laboratuvarında kazandığı deneyimi derinleştirmeye devam ediyordu. Casusların ilettiği veriler, üst evrenin ne denli canlı olduğunu gözler önüne seriyordu. Gerçekten de trilyonlarca farklı canlı formu, birbirinden değişik ekosistemler ve muazzam bir yıldız döngüsü mevcuttu. Daha önce alt evrende hayal bile edilemeyecek kadar büyük galaksiler, üst üste binmiş boyutsal alanlar, ışığın ve enerjinin dans ettiği kozmik fırtınalar… Tüm bu zenginliğin ortasında, Kara Nüve gibi bir silah, belli bir zaman zarfında potansiyel olarak milyarlarca varlığı etkileyebilirdi. Ancak, yeterince süre vermek ve sabırlı davranmak şarttı.
Runashar, yavaş yayılan bu silahın, hedefteki uygarlıkların kendi iç çatışmalarını alevlendireceğini ve zamanla savunmasız bırakacağını öngörüyordu. Runahar ise sabırsızlıktan dolayı daha yıkıcı ve doğrudan yöntemler kullanılmasını savunuyor, devasa ateş ordularının boyut kapılarından geçirilerek üst evrende büyük bir şok saldırısı gerçekleştirilmesini istiyordu. Cahelon ise arabulucu gibi davranarak, "sinsi" silahlarla hazırlanmış bir ortamın, büyük istiladan önce yol açacağını; aksi hâlde üst evrenin kendilerine karşı hızlıca kenetlenebileceğini dile getirdi. Bu üçlünün tartışmaları nihayetinde bir senteze ulaştı: Önce virüs ve benzeri sinsi taktiklerle üst evrenin gücü kırılacak, daha sonra açılacak büyük bir portal üzerinden ordular girecek ve belki de yıldırım hızıyla yüzlerce gezegende aynı anda hüküm kuracaktı.
Casusların raporları, üst evrenin sadece dış görünüşüyle ilgili değildi. Pek çok dünyada psişik yetenekleri güçlü varlıkların, ruhsal kâhinlerin ve teknolojiyle büyüyü birleştiren uygarlıkların da varlığından bahsediliyordu. Yani, eğer bu virüs bir şekilde fark edilip önlem alınırsa, Kryndorim'in planları sekteye uğrayabilirdi. Runashar bu riski azaltmak için, Estheron bazlı manipülasyon gücünü daha da geliştirecek ek büyü formülleri üretmeye karar verdi. Gerekirse virüs, tespit edilmesini engellemek adına kendini kamufle edecek, enerjiyi taklit eden kılıflara bürünecekti.