Cherreads

Gölgemühür: Günahın Bedeli

Arda_Uskaner
7
chs / week
The average realized release rate over the past 30 days is 7 chs / week.
--
NOT RATINGS
779
Views
Synopsis
GÖLGEMÜHÜR — Karanlığın İçinden Doğan Görev Zor bir geçmişten gelen yalnız bir genç, ıssız bir ormanda kadim bir mühürle karşılaşır. Bu sadece bir maske değildir şeytani bir antlaşmanın ilk adımıdır. Maske yüzüne yapıştığı anda, genç adamın hayatı sonsuza dek değişir. Ruhlar dünyasında bir sınavdan geçer, sonra cehenneme düşer… ve geri döner. Her geri dönüş bir görevin başlangıcıdır. Her görev bir katliam, her katliam bir mühür… ve mühürlenen her ruh, şeytanın dünyaya inişine bir adım daha yaklaştırır. Ancak bu karanlık kaderin içinde, taşıyıcı hâlâ bir parça insanlık barındırmaktadır. Kasabada tanıştığı bir kız, onun içindeki son ışığı tetikler. Kız da artık işaretlenmiştir. Ve bu kader, artık sadece taşıyıcının değil… onların ortak karanlığıdır. Maske gizlidir. Ama görev açıktır: 13 özel ruh mühürlenecek. Ve sonunda şeytan bu dünyaya bir avatar olarak inecek. Peki ya taşıyıcı, insan kalmayı başarabilecek mi?
VIEW MORE

Chapter 1 - Karanlığın İçinden Doğan Görev(Türkçe)

1. Bölüm — Başlangıç

Gecenin koynunda, yıldızsız bir gökyüzü altında, eski bir asfalt yolu kesen orman sessizdi. Sadece rüzgârın yapraklara fısıltısı ve uzaklardan gelen baykuş sesi duyuluyordu. Yolun kenarında, farları titreyerek sönmekte olan eski model bir araba durdu. Motor öksürür gibi sesler çıkardıktan sonra sustu. Gövdesi sanki karanlığın içinde yutulmaya hazır bir gölge gibi hareketsizdi.

Direksiyonun başındaki genç adam, gözlerinde karanlık yılların ağırlığıyla kapıyı açtı. Ceketinin yakasını kaldırarak soğuk havaya karşı kendini savundu. Telefonunu çıkardı, ekran çekim yok uyarısıyla karardı. Dudakları sinirli bir mırıldanmayla kıvrıldı. Sanki her şey gibi bu da planının bir parçasıymış gibiydi. Ama aslında onun hiç planı olmamıştı. Yalnızca içgüdüleri, öfkesi ve geçmişin boğucu yükü vardı.

Yolun kenarındaki ormana adım attığında, ay ışığı bulutların arasından silikçe süzülüyordu. Ağaçlar dev gibi yükseliyor, dallar birbirine geçmişti. Toprak yumuşak ve nemliydi. Her adımda çamur ayakkabısına yapışıyor, sanki onu durdurmaya çalışıyordu.

İlerledikçe, gözünün ucunda bir parıltı belirdi. Doğal olmayan, neredeyse yaşayan bir ışıltı. Ağaçların arasında eğildi, gözlerini kısarak baktı. Ve orada, toprakla kısmen örtülmüş, taş ve kemikten oluşmuş gibi duran bir… şey gördü.

İlk bakışta bir maske gibi görünüyordu. Ama daha yakından incelediğinde bunun bir maske olmadığını anladı. Bu, kadim sembollerle bezenmiş, derin çatlaklarında bile bir anlam taşıyan, nefes alıyormuş gibi görünen bir mühürdü. Soğuk ve eskiydi. Ama bir şekilde canlıydı. Gözleri mühürle buluştuğunda içinden bir ses yükseldi — kelimesiz ama zorlayıcı. Geri adım atmak istedi ama bedeni donmuş gibiydi. Elleri istemsizce uzandı.

Parmakları mühre dokunduğu anda dünya sustu.

Bir uğultu. Ardından mutlak bir sessizlik. Gözlerinde karanlık çöktü.

Yere yığıldı.

2. Bölüm — Araf

Gözlerini açtığında ilk hissettiği şey, soğuktu.

Ama bu fiziksel bir soğuk değildi — daha çok ruhunun derinlerine sızan, kemiklerini donduran bir boşluk hissi. Etrafında gökyüzü yoktu. Ne yıldızlar vardı ne de ay. Sanki gecenin kendisi gökyüzüne asılmıştı. Zeminse kurumuş bir kül tabakası gibiydi; adım attıkça toz kalkıyor ama yere yeniden yapışıyordu.

Adam, nerede olduğunu bilmiyordu. Ama bir şeyler çoktan değişmişti. Vücudu hafifti ama zihni karanlık düşüncelerle doluydu. Sanki burada var olmak bile günah gibiydi.

İşte burası, Araf idi.

Ne cennet, ne cehennem... Tam ortasında bir sınav.

Ve o, iyi biri olarak buraya gelmişti. Kalbinde vicdan vardı, geçmişinde her şeye rağmen merhamet kalmıştı. Ama bu, onu kurtarmaya yetmeyecekti. Çünkü Gölgemühür'ün seçtiği biri olmak için sadece iyi olmak yetmezdi. Acıyı kabullenmek, içindeki karanlığa dokunmak gerekiyordu.

Birden etrafına gölgeler çöktü. Siluetler… insan mıydı, iblis mi bilinmez. Gözleri olmayan varlıklar fısıldıyordu. Onun geçmişini, pişmanlıklarını, bastırdığı öfkeyi dile getiriyor, onunla dalga geçiyorlardı. Vücuduna dokunmuyor ama ruhunu ezip geçiyorlardı.

Bir tanesi öne çıktı. Konuşmadı. Ama gözlerine baktığında taşıyıcı kendi çocukluk anılarını gördü. Annesizliği. Yetimhane günlerini. Adaletsizlik karşısında çığlığına kimsenin kulak vermeyişini… Derin bir öfke kabardı içinde. O ân, siluet ona doğru atıldı.

Adam karşılık verdi.

Ve ilk kez savaş başladı.

Kendi içindeki karanlıkla.

Bıçak darbeleriyle değil, içsel bir çöküşle geçti bu savaş. Bağırmadı. Ama içi parçalara ayrıldı. Dizlerinin üzerine çöktü. Nefesi kesildi. Tam biteceğini sandığı an…

Bir ışık değil…

Bir yankı duyuldu.

"Sen bizim seçilmişimizsin."

Birden, gölgeler geri çekildi. Zemin yarıldı. Aşağıdan lav değil… ama kızıl bir mühür yükseldi. Üzerinde dövmeler gibi kıvrılmış kadim işaretler vardı. O mühür, Gölgemühür'dü. Kendi iradesiyle değil, maskenin iradesiyle seçilmişti.

Kurtulmuştu, ama özgür değildi.

Araf'ta sınavı geçmişti. Ama ödülü cennet değil, cehennemdi.

Çünkü Gölgemühür, iyi insanları tercih ederdi.

Onları kırmak için.

Toprak ayaklarının altından kaydı. Adam bir çığlık bile atamadan, kızıl bir uçuruma sürüklendi.

Düştü.

Ve gözlerini tekrar açtığında, artık o değildi.

3. Bölüm — Kasaba

Adam gözlerini açtığında, ıslak ve taşlı bir zeminde yatıyordu. Üzerindeki kıyafetler paramparça olmuştu. Vücudu, biri onu tel çitlerin arasından zorla geçirmiş gibi çiziklerle ve morluklarla kaplıydı. Ama en garip olan şey, başıydı.

Yüzünde bir ağırlık hissediyordu. Bir şey yapışmış gibiydi. Elini kaldırdı, yüzüne götürdü... Ama orada hiçbir şey yoktu. Aynada kendine baksa hiçbir anormallik göremeyecekti.

Ama hissi değişmiyordu.

Sanki görünmez bir deri, maskeye benzer bir varlık onunla bütünleşmişti. Onunla birlikte nefes alıyor, onunla birlikte düşünüyordu. Gölgemühür artık onunlaydı.

Ayağa kalktı. Ayakları titriyordu. Vücudu hâlâ hayattaydı ama içinde bir şey değişmişti. Sanki beynine, vücudunun sınırlarını aşan bir yabancı girmişti.

Etrafta tanıdık bir şey yoktu, ama uzakta kasabanın ışıkları parlıyordu. Yavaşça, sendeleyerek yürümeye başladı. Ayaklarının altındaki taşlar, gömleğinin içine giren rüzgâr, hepsi gerçekti. Ama zaman algısı bozulmuş gibiydi. Her şey yavaş, bulanık ve sisliydi.

Kasabanın girişine vardığında, ilk karşılaştığı şey bir çiftti. Elleriyle fener taşıyor, gece yürüyüşüne çıkmışlardı. Onu görünce durakladılar. Adamın bakışları boş, gözleri donuktu.

Kadın, önce hafifçe gülümsedi, sonra titreyerek geriledi. Erkek, feneri biraz daha kaldırdı. Taşıyıcının gözleri ışıkta parladı. Ama bu, bir insanın göz parıltısı değildi.

Adam, onu bir canavara benzetti.

Kadın çığlık attı.

Ve bir anda herkes alarm haline geçti.

Kasaba küçüktü. İnsanlar birbirini tanırdı. Gece saatlerinde, yabancı birini bu halde görmek hele ki taşıyıcının karanlık hâlini panik yaratmaya yetmişti. Evlerden kapılar açıldı, silahlar çıkarıldı, telefonlar çekilmese de düdük sesleri yayıldı.

Bir grup avcı ve gönüllü erkek, onu köşeye sıkıştırmak istedi.

Taşıyıcı bir şey demedi.

Ama içindeki ses konuştu:

"Kaçamazsın. Kendini savunmuyorsun artık. Sen bir yargıcısın. Onları yargıla."

O anda... gözleri karardı.

Bir sonraki ân, tüm kasaba kan gölüne dönmüştü.

Anılar kesilmiş gibiydi. Zihninde sadece görüntüler vardı: elleriyle parçalanmış bedenler, duvarlara sıçramış kanlar, çığlıkların sustuğu anlar...

Kendine geldiğinde, yalnızca rüzgârın sesi vardı.

Ve ölüm sessizliği.

Yerde diz çöktü. Elleriyle saçlarını tuttu. Ne olduğunu anlayamıyordu. Kontrol dışıydı. Ama artık çok geçti. Kasaba yoktu. İnsanlar yoktu. Geriye sadece katliam kalmıştı.

Ama bir şey daha vardı: Gölgemühür'ün sustuğu anlarda bile, onun içindeki ilk görev tamamlanmıştı.

4. Bölüm — İlk Ruh

Kasabanın birkaç kilometre ötesindeki ormanlık alanda, terk edilmiş bir kulübede saklanan iki genç vardı. Birkaç gündür oradaydılar; kaçak yaşıyor, sisteme güvenmiyor, medeniyetten uzak duruyorlardı. Geceleri ateş yakar, sırayla nöbet tutarlardı. Ama bu gece... başka bir şey vardı havada.

İçlerinden biri, kulübenin penceresinden baktığında uzaktan gelen yoğun bir duman ve ardından yükselen korkunç bir sessizlik hissetti. İçini bir ürperti kapladı.

"Ne oluyor lan aşağıda?" diye fısıldadı. Diğeri kalkıp yanına geldi. Ama tam o anda, ormanın karanlığından bir şekil çıktı.

İnsan gibiydi. Ama değildi.

Taşıyıcıydı.

Üstü başı kana bulanmıştı. Vücudunun bazı yerlerinde duman tütüyor, elleri hâlâ titriyordu. Ama yüzü... normal görünüyordu. Çünkü artık maskesini gizleyebiliyordu. İnsanlar onun yüzünü görebiliyordu ama maskenin gerçek yüzü içerideydi. Derisinin altında, onunla birlikte yaşamaya başlamıştı.

İki genç, donakalmıştı.

"Yardım etmemiz lazım," dedi biri. Diğeri ise sadece geriye doğru adım attı. Ama geç kalmışlardı. Çünkü bu an... bir görev anıydı.

Gölgemühür taşıyıcının içinde kıpırdamaya başlamıştı. Taşıyıcının gözleri yeniden karardı. Bilinci gidip geldi.

"Onlar şahit oldular," dedi bir ses içinde.

"Şahit olanlar ya hizmetkâr olur… ya da mühür."

Ve taşıyıcı, kontrolü kaybetti.

İki genç, kulübeye kaçmaya çalıştı. Ama kapı kapanmadan önce, taşıyıcı içeri girmişti. Gecenin sessizliği, birkaç dakika süren çığlıklarla delindi. Ardından... yine sessizlik çöktü.

Bu, taşıyıcının ilk göreviydi.

Görev tamamlandığında, onun için dünya bir kez daha kararacaktı.

Ve öyle de oldu.

Bir anda dizlerinin üzerine çöktü. Maskesi parladı. Vücudu yavaşça yere çöktü. Nefesi kesildi. Kalbi durdu.

Ve yeniden Gölgemühür'le birlikte, cehenneme gönderildi.

Cehennem

Orası karanlık, sonsuz bir uçurum gibiydi. Hiçbir sesin yankılanmadığı, zamanın akmadığı bir boşluk... Ama taşıyıcı artık yabancı değildi oraya.

Görev tamamlandığında cehenneme dönüş olurdu.

Bu kez onu orada biri bekliyordu.

Simsiyah bir tülün arkasında duran bir kadın.

Yavaş adımlarla yaklaştı. Saçları omuzlarından aşağı dökülüyordu. Gözleri bıçak gibi keskin, ama içten bir şey taşıyordu acı.

Bu kadın, maskeye ilk mühürlenen ruhtu.

Taşıyıcının karşısına geldi. Eğildi.

Onun alnına dokundu.

"Artık yalnız değilsin," dedi.

"Seninle bir olacağım. Seni ben yönlendireceğim. Biz olacağız."

O anda taşıyıcı, ruhunun kendi bedenine doğru aktığını hissetti.

Kadın, onu öptü.

Ardından ansızın bir hançer çıkardı. Taşıyıcının boğazını kesti. Kan göğe doğru fışkırdı. Ama korku yoktu. Acı da... sadece birleşme vardı.

Kadın, kendi kanını onun boğazına döktü. Ve her şey kırmızı bir sisin içinde kayboldu.

Ve tekrar…

Taşıyıcı bir kez daha dirildi.

Ama bu kez gözleri yalnızca kendisine ait değildi. Artık içinde bir kadının ruhu vardı. Ve bu ruh, sadece bilgi değil, aynı zamanda acı, kararlılık ve kader taşıyordu.

Gölgemühür onu mühürlemişti.

Artık geri dönüş yoktu.